28 Şubat 2024

Yerel seçim öncesi yeni bir demokrasi seçeneği

"Yerel demokrasinin hayata geçirilmesi, Türkiye’de yeni bir siyaset inşasıyla birlikte iktidarın tek bir kişiden halka devredilmesi, piramidin tersine çevrilmesi anlamına gelecek"

Parlamenter sistemin; tıkandığını, halkın sisteme yabancılaştığını, çoğunluğun azınlık üstünde tahakkümüne yol açtığını, sorunlara çözüm getiremediğini ve demokratik bir siyaset için parlamenterizmin ötesinde yeni arayışlar gerektiğini düşünen STK’lar 11 Şubat günü bir “Yerel Demokrasi Konferansı” topladılar. Parlamenterizmin ötesinde yeni bir seçenek önerdiler. Yerelden merkeze yayılan, halkın katılımcılığına dayanan yeni bir demokrasi önerisi sundular.

Konferans toplanmadan önce altı çalışma grubu aylarca çalışarak kendi hedeflerini ortaya koydular. Bu gruplar, Merkez-Yerel İlişkisinin Yeniden Düzenlenmesi, Kent Hakkı, Ekolojik Kentler, Herkesin Kenti,Yerelde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Halkçı Yerel Yönetimlerden oluşuyordu. Çalışma gruplarının bulguları Konferans’ın sonuç bildirgesinde yer alıyor.

Sonuç bildirgesi şöyle diyor:

“Yerel yönetimler … yaşamın içinde özneleşen insanların çözüm üretmesine olanak sağlamalıdır. … Bu çerçevede yerelde halkın kendisiyle ilgili kararları alacağı kanalların açılmasını, halkın kendi önceliklerinin saptanmasını, kendi bütçesini yapma hakkına sahip olması, aktif siyasi özneler olarak bütün yönetim ve denetim mekanizmalarına katılmasını öneriyoruz. … Bu Konferans’ın bileşenleri … halkın kendini yönettiği yeni bir sistemin mümkün olduğu inancı ve kararlılığıyla yola çıktı. Yerel demokrasinin hayata geçirilmesi, Türkiye’de yeni bir siyaset inşasıyla birlikte iktidarın tek bir kişiden halka devredilmesi, piramidin tersine çevrilmesi anlamına gelecek.”

Sonuç bildirgesinde de belirtildiği gibi, Konferans bir son değil, bir başlangıç. Konferansın bundan sonra giderek genişleyen bir Yurttaşlık Hareketi’ni başlatması, bu hareketin çekirdeğini oluşturması bekleniyor. Bu hareket kısa vadede bir “Kent Sözleşmesi” hazırlamalı, katılımcı bir yerel demokrasinin önündeki engelleri kaldıracak ve zemini oluşturacak hukuki düzenlemeleri yapmak, halkın katılımını sağlayacak, kurumların yapıladırılmasını sağlamak gibi konular üzerinde odaklaşmalı.

Katılımcı bir demokrasi için yeni bir kurumsallaşmaya gereksinim var. Bu amaçla mevcut kurumların da yeni amaca göre yönlendirilmesi, yeni kurumların kurulması gerekir. Bu kurumlar herkesin katılımına açık, aynı mekanda yaşayan insanların bir araya gelerek sorunları tartıştığı, çözüm aradığı kurumlar olmalı. Temsili demokraside sesini duyuramayanların, ezilenlerin, prekaryalaşan insanların forumları olmalı. Yurttaşların kendileriyle ilgili sorunlarda karar aldığı ve bu kararlarını yaşama geçirdiği yeni bir kamusal yaşam ortaya çıkmalı. Katılımı çoğunlukla birlikte düşünmek gerekir. Farklı kimliklerin tanındığı, kamusal alanda yer açıldığı, farklı görüşlerin ileri sürüldüğü, bunların müzakere edildiği kurumların yaratılması gerekli. 

Türkiye’de halkın bir araya geleceği doğal mekanlar mahalleler. Mahalle meclisleri, mahalle halkını komşuluk ilişkileri temelinde bir araya getirmek bakımından önemli bir işleve sahip. Bu meclislerin toplanmasında, ortak sorunları görüşüp karar almasında mahalle muhtarlarına önemli bir rol düşüyor.

Terzi Fikri, yedi mahallesi bulunan Fatsa’da 11 Halk Komitesi kurmuştu. Mahallelerde yapılan halkın doğrudan katıldığı toplantılarda alınan kararlar temsilciler aracılığıyla belediyeye iletiliyordu. Halk temsilcileri tarafından iletilen sorunlar, belediye meclisinde görüşüldükten sonra karara dönüşmekteydi. Böylelikle belediye hizmetleri halkın belirlediği sorunlar üzerinde odaklanmaktaydı. 

Günümüzde mahalle meclislerinin eşgüdümü Kent Konseyleri aracılığıyla sağlanabilir. Ancak bunun için Kent Konseyleri’nin işlevsellik kazanmaları gerekiyor. 5393 sayılı Belediye Kanunu, Kent Konseyleri’nin “katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirme”sini öngörüyor. Kent Konseyi Yönetmeliği’nin Kent Konseyi’ne “Yerellik İlkesi Çerçevesinde” katılımcılığı, demokrasiyi ve uzlaşma kültürünü geliştirmek görevini veriyor. Ancak bazı istisnalar, dışında bunlar kağıt üzerinde kaldı. Şimdi Kent Konseyleri’ne yeni bir yaşam üflemek gerekiyor. Yerel Demokrasi Konferans’ına katılanlar arasında Türkiye’nin her yerinden gelen birçok Kent Konseyi üyesi ve başkanlarının bulunması bu bakımdan cesaret verici.

Katılımı sağlayacak kurumları aşağıdan yukarıya doğru sıralamaya devam edersek, karşımıza Belediye Meclisleri çıkıyor. Siyasal parti üyelerinden oluşan Belediye Meclisleri parlamenter demokrasi modelinin yereldeki uygulaması. Bunun yerine mahalle meclislerinin seçtiği, gerektiğinde mahalle meclisleri tarafından geri çekilebilen, siyasal parti üyesi olmayan kişilerden oluşan, mahalle meclislerine hesap veren, onlarla doğrudan diyalogu bulunan meclisler neden kurulmasın? 

Mevcut Belediye Meclisi toplantıları halkın katılımına açık olmalı. Hiç olmazsa toplantının bir saati halkın konuşmalarına ve sorularına ayrılmalı.

Karar alma mekanizmalarının en üst basamağında merkezdeki kurumlar bulunuyor. Bunların başında yasama organı geliyor. TBMM’nin yasama işlevine halkın katılabilmesi çok önemli. Belirli sayıda imza toplayarak halk Parlamento’ya gündem maddesi önerebilmeli, yasa önerisi getirebilmeli, yasaların komisyonlarda görüşülmesine STK’ların katılması zorunlu olmalı, halk çıkan yasaları belirli sayıda imza toplayarak referanduma götürme hakkına sahip olabilmeli.

Bütün bunların ötesinde, siyasal partilerin temsil edilmediği, üyelerinin yerelden halk tarafından seçildiği bir ikinci meclisi düşünmeliyiz. İkinci Meclis, yereldeki katılımcı mekanizmalarla sürekli diyalog halinde olacak, gündem önerme, yasa önerme, yasaları referanduma götürme gibi yurttaş girişimleri önce İkinci Meclise gelecek. Birinci Meclis, parlamenter demokrasinin, İkinci Meclis katılımcı demokrasinin meclisleri olarak çalışarak birbirini tamamlayacak.

Amaç; parlamenter demokrasiyi onarmak değil, halkın doğrudan katıldığı forumlar aracılığıyla yeni bir sistem yaratmak ve bunun parlamenter demokrasiyle yürümesini sağlamak. Siyasal partiler ötesi bu sistem, sorun odaklı olacağı için toplumdaki kutuplaşmayı sonra erdirecek, siyasetin alanını genişletecek. Siyaseti, siyasal partiler arasına sıkışmış, halkın bulunmadığı, iktidara gelmek için yapılan bir kavga olmaktan çıkaracaktır. Katılıma dayanan demokraside siyaset halkla üretilecek. Dünyadaki başka örneklerde de gördüğümüz gibi, toplumdaki ezilenlerin, yoksulların, dışlanmışların katılmasıyla verilecek kararlar, gelir eşitsizliğini azaltacak, yoksulluğu önleyecek, insanlara nefes aldıracaktır. Bu sistemin üreticiyi örgütleyerek üretim kooperatifleriyle desteklenmesi, halkın üretime katılması, sistemi sağlam bir toplumsal ekonomik tabana oturtacaktır. 

Türkiye’de birçok yerde katılımcı demokrasi deneyimleri var. Bursa Nilüfer Belediyesi, Eskişehir Odunpazarı Belediyesi, Silopi Belediyesi, Dersim Ovacık Belediyesi ve daha birçok yerde. Her belediyenin kendine özgü koşulları var ama amaç aynı. Katılımcı bir demokrasiyi yerleştirmek. Bütün bu iyi örnekleri derlemek bundan sonraki çalışmalara yol gösterici olacaktır. 

Türkiye’de yerel demokrasiden söz edilecekse her şeyden önce belediyeleri kayyumlardan kurtarmak gerekir. 

Derlenmesi gereken sadece iyi uygulamalar değil, aynı zamanda katılımcı demokrasinin çerçevesini çizen uluslararası belgeler. Bunlardan en önemlilerinden biri Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 21 Mart 2018 sayılı “Yurttaşların Yerel Kamusal Yaşama Katılması” başlıklı kararı. Kararda şöyle deniliyor:

"Katılımcı demokrasi, demokratik kurumları halkın taleplerine daha duyarlı bir hale getirerek temsili ve doğrudan demokrasiye katkıda bulunur ve onları tamamlar. Böylelikle kapsayıcı ve istikrarlı toplumlar yaratır.” 

Kararda ayrıca, yurttaşların kendilerini ilgilendiren kararlara katılma hakkının, Avrupa Konseyi üyesi bütün devletlerin ortak demokratik  ilkesi olduğu ve bu hakkın en etkili biçimde yerelde kullanılacağı belirtilmekte.

Kararda üye devletlerin katılım sağlamak için neler yapmaları gerektiği ayrıntılı bir biçimde anlatılmakta. Bunlar arasında katılımı sağlayacak yapıların kurulması, yurttaşlık eğitimine önem verilmesi, yerel ve ulusal yöneticilerin yurttaşları katılıma teşvik etmek için yeterli kapasiteye sahip olmaları gibi hususlar var. Üzerinde durulan bir husus da üye devletlerin işlevsel bir adem-i merkeziyetçilik için her türlü fırsatı kullanmaları ve yerel yönetimlerin sorumluluğunun arttırılması gerektiği. Türkiye’nin de kabul ettiği bu kararın ivedilikle Türkçe'ye çevirilerek yerel yönetimlere dağıtılması ve uygulanması önem taşıyor.

Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Şartı ile yukarda değinilen Bakanlar Komitesi kararı Türkiye’nin yerel demokrasi alanındaki uluslararası yükümlülüklerini belirtmek bakımından önemli belgeler. Gerçi Türkiye uluslararası hukuk alanındaki yükümlülüklerini tanımayan, bunlara uymayı reddeden bir ülke. Ama gene de bu yükümlülüklerin toplum tarafından bilinmesinde yarar var.

Bunların yanında 2019 yılında düzenlenen Uluslararası Hükümet Dışı Örgütler (INGO) Konferansı’nda kabul edilen “Karar Alma Süreçlerine Sivil Toplumun Katılımı İçin Doğru Uygulamalar Rehberi” de önemli bir yol gösterici belge.

2023 seçimlerinden sonra toplumda büyük bir umutsuzluk doğdu. İnsanlar Türkiye’nin tek adam rejimine ve bu rejimin inşa etmek istediği dinsel referanslı, otoriter, neo-liberal rejime mahkum olduklarını düşünmeye başladılar. Bu umutsuzluğu yenmek için toplumun önüne radikal, cesaretli bir seçenek koymak gerekir. Yaklaşmakta olan yerel seçimler bu bakımdan önemli bir fırsat. Bu fırsatın iyi kullanılarak bir yerel demokrasi seçeneğinin halka sunulması önem taşıyor. Yerel Demokrasi Konferansı böyle bir seçeneği ayrıntılı biçimde ortaya çıkardı. Yeni bir umut kapısı açtı. Yaşadığımız deneyimlerin de gösterdiği gibi, Türkiye’de yeni bir demokrasinin inşası yerelden geçmek zorunda.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Barış çağrısı ve Kürt sorunu

Her şeyin başında, bir güven ortamının yaratılmasına gereksinim var. Karşınızda oturan kişinin düşmanınız değil, farklı görüşlere sahip müzakere ortağınız olduğu anlayışının görüşmelere egemen olması gerekli

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

"
"